Bu yazım Cumhuriyet Gazetesinin ikinci Sürdürülebilir Yaşam ekinde yer aldı. Yaşantımızı çok güzel dile getirdiğine inanıyorum. Sizlerle paylaşmak ve sizleri de yüreklendirmek istedim.
Ve işte yaşantımız...
Büyük şehrin üstüme üstüme geldiği günlerden birinde, neden buradayız diye sorgulamaya başladım. Kendimi buraya ait hissetmiyordum, bana ait bir sürü şey olsa da içinde. Gitmeliyiz diye düşündüm ve eşime gidiyoruz deyiverdim. Nasıl yani dedi. Eski bir belediye otobüsü bulalım hurdalıktan, sen adam et, iki pantolon, iki gömlek alalım yanımıza ve gidelim. Böyle başladı hikayemiz. Karavan kültürüm yoktu bile.
Sonra gidecek gibi dağıtmaya başladım eşyalarımızı, kitaplarımdan başlayarak. Yıllar boyu topladıklarımıza sevgimizi ekleyerek, dostlarımıza dağıttık. Hurda bir otobüs olmasa da antik sayılacak bir karavan düştü payımıza, bir de 1967 model Land Rover. Mayıs sonunda büyük kenti arkamızda bıraktık. Ellisini geçmiş bir çift olarak yeni bir yaşama başlıyorduk. Nerde, nasıl yoktu gündemimizde.
Kader bizi Altınoluk’ta tuttu, koymadı ötelere gidelim. Eşim burada bir tatil köyünde çalışıyor. Onun kanında otelcilik var. İnsanlara hizmeti seviyor. Kendi gibi insana hizmete gönül vermiş bir işvereni var. Geçinip gidiyorlar. (Yaşadığımız bu güzel belde de bir soluk almak isterseniz Afrodit Tatil Köyünü ziyaret edebilirsiniz.)
On iki metrekarelik yaşam alanı içinde mutfağımız, salonumuz, tuvaletimiz, yatak odamız var. Misafirimiz gelirse, salon koca bir yatağa dönüşebiliyor. Dar alanda, samimi bir yaşam sürdürüyoruz, aşkımız artıyor.
Merakla buralı olan her şeye dokunmaya çalışıyorum. Koklamaya, ellemeye, tatmaya. Köylere gidiyor, kuzuları seviyor, yıldızları sayıyorum. Zeytinle yakın bir dostluk kurdum. Yapraklarından çay yapıp içecek kadar. Bağışıklık sistemime katkısından olacak hiç grip olmadım buralarda.
Külle zeytinyağından sabun yapmayı, Kaz Dağlarının bitkilerinden, buralı arıların mumlarını kullanarak nasıl güzellik kremi yapabileceğimi, keçi yününden örülen odun ipini yatağın etrafına serersem akrep gelmeyeceğini öğrendim.
Sarı Kız efsanesinin kökünde yatan Kybele kültürünü, Türkmen ninelerinin taşıdığı renklerin coşkusunda gençliğin tükenmez bir ruh yapısı olduğunu, köylerdeki çeyiz sandıklarının içinde yatan kültürün, bir battaniye ya da makine yapımı bir halı ile takas edilmiş olduğunu öğrendim.
Her sabah karavanın kapısını açıp, çimenlere adım atarken içimi dolduran havaya, kokuya bir kere daha hayran kalıyor, kuş seslerinin arasında kayboluyorum. Ne geçmiş ne de gelecek tasam. Hep sizi kucaklayan anda kalıyorsunuz burada. Yepyeni arkadaşlarım var. Hatta yeniden üniversiteye başlamayı bile düşünüyorum. İki yıllık bitki okulu var da burada. (Aromatik ve Tıbbi bitkiler Yüksek Okulu)
Fırtınalı havalarda, çevremizdeki evlerde hasarlar oluşurken, biz henüz bir hasar görmedik. Tek derdim yağmurun çıkarttığı ses. Rüzgar hızına göre sallıyor da. Eşim, kendini Doğu Ekspresi yataklı vagonunda düşün dese de, ürküyorum. Ama sayılı gün ve saat sürüyor fırtınalar ve geçiyor işte sonunda. Daha tek bir gün aman şöyle dört duvarım olsaydı demedim.
Şimdilerde köylerde yitmeye yüz tutmuş değerleri canlandırmaları için onları yüreklendirmeye çalışırken, diğer yandan doğal yaşamı unutmuş ama özlem duyan insanları da buralara getirmeye çalışıyorum. Ot toplama, kuzu sevme, baharla canlanma turlarına ne dersiniz? Sizlere doğayla uyum oyunları bile oynatabilirim. Üstelik köy evlerinde kalarak, otu köy kadınlarından öğrenerek.
Emekli olanlar ve büyük kentte boğulanlara tavsiyem, bir karavan alıp yola çıkmaları. Hem ekonomik hem sürprizlerle dolu sıfırdan bir yaşam kurmanın mümkün olduğunu yaşayarak öğrendik biz. Tek gereken cesaret.
Çoğalırsak yerel yönetimlerden destek alabiliriz. Bakarsınız birlikte bir karavan kent kurarız. Hobi alanlarının olduğu, domatesimizi, biberimizi ekebileceğimiz, doğanın içinde yeniden var olabileceğimiz.
Size ait olan yerlerde yaşamak yerine, sizin ait olduğunuz yeri bulmanız önemli. Biz kendimizi Kaz Dağlarına ait hissediyoruz. Bizim gibi kendini buraya ait hissedenlerin son derdi, tabi ki madenciler. Onlara karşı verilen mücadele de tabi ki biz de paydaşız.
Sürdürülebilir bir yaşam masalı gibi bu ve her masal gibi bitirmek istiyorum hikayemizi, gökten üç elma düştü, biri yaşayanların, biri anlatanların diğeri de dinleyenlerin başına. (Laf aramızda mitolojiye göre, Paris’te tarihteki ilk güzellik yarışmasının ödülü olan elmayı burada vermiş Afrodit’e)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder